0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

33. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

33. KOŞUL & KABULLENİŞ.

Son dakikalarda o kadar sıkıyordum ki yumruklarımı, belki de sebebi birilerinin suratlarına vuracak olmamdı. Kaderime yön veren ve bizzat kaderim olan iki adamın karşı karşıya duruşunu izlerken bile aklımdan geçen yalnızca Karina'nın çiçekli elbisesiydi. Harekete geçmeyi ilk düşünen ben olmayabilirdim ama bu kaosun ortasında harekete geçen ilk ben oldum.

Deren ile Carlos karşı karşıya durmanın şaşkınlığı ve gerginliğini yaşarken, yerimden ayrıldım ve Deren'in arkasından kapıya ilerledim. Adım sesleri akışı değiştiren şey oldu ve Carlos'un gözleri aynı hizada harekete ederek bana çevrildi. Zaten görmeyi istediği benmişim gibi beni süzüp tekrardan Deren'e döndü ve onun kan sızan başına, çıplak göğsüne bakarak, "Bir süredir çıkmanı bekliyordum," dedi bana. "Sen çıkmayınca ben eve gelmek istedim. Beni zorunda bıraktın."

Söyledikleri aklımda oluşan soruya bir cevap oldu. "Beni mi takip ettin?"

Bu soru, Deren'in bir adım öne çıkıp Carlos'a yaklaşmasını sağladı. "Karmen'i mi takip ettin? Ne hakla!"

Carlos, daha önce gördüğü bu adamın kim olduğunu anlamayı istiyormuş gibi dikkatle süzdü. "Evet," dedi. "Karmen benim eski sevgilim, bağımız var. Sen kimsin?"

Deren elini kapının pervazına sertçe vurarak, "Sevgilisiyim," dedi. "Şimdiki sevgilisiyim!"

Bundan benim de haberim yoktu.

Gözlerim onun sinirden kızaran yanaklarında, kan sızan alnında dolaştı ve sonra tekrar Carlos'u buldu. Huzursuzdu, Deren'in meydan okumasının farkında şekilde dudaklarını sıkmıştı. Ağzını açıp bir şey diyecek olduğunda, hakkımda daha fazla konuşulmasından rahatsız olup öne çıktım. Deren'in kolunun altından geçip Carlos'un karşısında durarak, "Bu hadsizliğin canımı çok sıktı," dedim. "Beni nasıl takip edersin? Artık aramızda hiçbir şey yok, bana böyle uygunsuz davranamazsın."

Deren İtalyanca bildiği için konuştuklarımı anlayıp, "Evet," dedi hararetle. "Evet evet, katılıyorum."

Ama sinirden Türkçe konuşuyordu, Carlos anlamıyordu...

Bu yüzden Carlos ona garip garip bakıp akabinde benimle göz teması kurdu. Arkasında bir koruma vardı, sırtı bize dönüktü ve Carlos'un arabasının kapısı açıktı. "Bana başka çare bırakmadın," dedi. "Evden çıkmıyordun, beni malikânede görmek istemiyordun. Seninle yalnız kalıp konuşmamız lazım, bu gerçeği yok sayıyorsun."

Ben tepki vermeden, "Yalnız mı?" dedi Deren, tahammülsüz bir sesle. "Karmen’le yalnız kalamazsın. Bunu sana hecelemem mi gerekir? Aklın yok mu? Algılayamıyor musun? Seninle görüşmek istemiyorsa bir bildiği vardır!"

Carlos'un ve benim korumam sesler yükseldiği için bu tarafa baktılar ve Carlos gerinerek gözlerini Deren'e kaldırdı. Deren sinirliydi fakat o da sinirliydi. Benimle gerçekten konuşmak için çabalıyordu ve karşısında hiç tanımadığı bu adamı bulduğu için ortamdaki ateşi farkında olmadan harlıyordu. "Carlos, ortak bir noktamız olduğu için benimle konuşmayı istemeni anlıyorum ama bunu beni takip ederek sağlayamazsın. Ben sana konuşmak için hazır olmadığımı söylemiştim."

Deren sol omzuma doğru eğilerek, "Bahçedeki buydu değil mi?" dedi.

Konudan uzaklaşmamak için sorusunu havada bırakmak zorunda kaldım ve Carlos'un gözleri Deren’le aramızdaki yakınlıkta dolaştıktan sonra benimle birleşti. "Karmen, benim bekleyecek sabrım yok. Bir kızım olduğunu ve onun öl... öldüğünü söyledin. Hakkında, tüm yaşananlar hakkında daha fazla şey öğrenmek isterken beni evinden gönderdin. Kızımla beraber gittin, onu doğurdun, bir kere bile bana ulaşıp haber vermedin. Daha fazla şey öğrenmek istiyorum diyorum, aldırmıyorsun! Ben gerçekten bunu mu hak ediyorum? Kızımız hakkında tüm kararları alıp çok uzaklara gitmemiş gibi hâlâ kaçıyorsun benden, yeter artık!"

Gerçekten üzgündü, Karina hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordu. İkimizi de suçladığım bu kayıpta ben Karina hakkında her şeyi bilirken o çok az bilgiye sahipti. Açıkçası... En çok da Karina için, babası tarafından değersiz görülmediğini hissetmesi için onu Carlos’la paylaşacaktım.

Başımı arkama çevirdim ve Deren’e bu kadar yakın olmakla beraber kalbim dudaklarımdan fırlayacakmış gibi hissettim. "Zaten ayrılmak üzereydim," dedim soğuk bir sesle. "Carlos’la eve döneceğim, hoşça kal."

Deren'in huzursuz bakışlarına sırt döndüm ve eşikten çıkıp Carlos'un yanından geçerken, "Arabaya gel," dedim. "Ne istiyorsan sorarsın."

Rahatlamış şekilde başını salladı ve dışarıya attığım üçüncü adımımda beklediğim bir şey oldu. Deren arkamdan gelip kolumdan tuttu ve beni kendisine çevirince yanağında kandan oluşmuş ince bir çizgi gördüm. Telaşlı şekilde nefes alarak, "Eve onunla mı döneceksin?" diye sordu. "Burada konuşun, sonra gitsin, yalnız kalmanızı istemiyorum."

Carlos, o Türkçe konuştuğu için bir şey anlamadı ama beni tutuş şeklinden şüphelenmiş gibi, "Seni zorluyor mu?" diye sordu.

Deren bu soruyu alınca gözlerini sımsıkı yumup burnundan derin bir nefes bıraktı.

Kolumu çektim. "Karina, Carlos’la yalnız konuşacağım bir konu. Tıpkı senin Nalan’la paylaştığın acı gibi, ben de bu acıyı Carlos’la paylaşıyorum."

Gözlerini açtığında insaniyetinin son anlarındaki bir adamı gördüm sanki. "Benimle paylaş istiyorum anlamıyor musun? Onun için ne kadar üzgün olduğunu, acı çektiğini benimle paylaş, onunla değil!"

"Ama Karina'nın babası Carlos."

"Ben de buna deli oluyorum ya!"

"Deli ol," dedim umursamazca.

Gözleri alev alev oldu. "Ben deliririm delirmesine ama önce bu adamı öldürürüm!"

Dudaklarım titreyerek, "Elbisesini attın," dedim ve sonra zayıflığıma kin duyarak sırt çevirdim, gitmeye hazır duran Carlos'un yanından geçip aşağıya indim. Carlos derhal arkamdan gelmeye başladığında şoförüm aracımın kapısını açtı ama ben daha oraya kadar gidemeden, "Karmen," diye bağırarak tekrar kolumdan tuttu Deren. Sinirle dişlerimi sıktım ve Carlos Deren'e yaklaşıp, "Bırak!" diye karşılık verirken yağmur damlalarını yüzümde hissettim. "Kızımız hakkında konuşacağız, anlamıyor musun?"

"Kızındı madem, neden kızının yanında değildin?" diye kükredi Deren ve bu ortamı alevlendirdiği için Carlos bir anda belinden silahını çıkardı. Gözlerim o silahı bulduğu an vücudum duygusal olarak harekete geçti ve kendi etrafımda dönüp sırtımı Deren'e yaslarken bir elimi kaldırdım. "Sakın yapma Carlos, silahı yerine geri koy."

"Kızım hakkında konuşamaz Karmen! Ne yaşadığımı bilmeden bunu yapamaz! Ne hakla bana bunu söyleyebilir!" O an gerçekten Carlos'un acısını anlayabilirdim.

Deren, kendisine bir silah doğrultulması umurunda değilmiş gibi alayla gülerek, "Ciddiyetsizliğimin kusuruna bakma ama o sıkacağın kurşunu bilye gibi sektirip beyninden geçiririm," dedi. "Geri koy silahını, kurşun kazayla Karmen'e gelirse hayatını sikerim!"

Carlos karşılık vermek üzere ağzını açtığında ayağımı yere vurarak bağırdım ve ellerimi göğsüne koyup onu serçe ittim. "Tek kelime etmeden arabanın oraya git ve beni bekle!"

Carlos hiddetle nefes alırken Deren beni kolumdan tutup silahın önünden çekti. Bunu, bir kaza kurşununa gitmemem için yaptığını anladım ve Carlos arkasını dönüp sinirle arabaya doğru yürürken, bu kez parmağımı Deren'e salladım. "Hep böyle mi yapacaksın? Bağırıp çağırıp kavga mı edeceksin? Konuşulması, anlaşılması gereken şeyler var! N'apabilirim ki, kızımın babası o! Kızım için tabii ki onunla konuşacağım, bir şeyler paylaşacağım!"

Belki de gerçeklerin yakıcılığı yüzünden direkt cevap veremedi. Bir adım geriye gidip Carlos'un olduğu yere baktı, arabasının önünde, yanında korumasıyla bizi izliyordu. Kendi korumamın da bir tehlike sezdiği için bana yaklaştığını hissetmiştim. "Burada konuşun," dedi. "Gözümün önünde konuşun, yalnız kalmanızı istemiyorum."

"Çok fazla benim yerime konuşuyorsun." Elimle titreyen dudaklarımdaki damlaları sildim. "Ayrıca benimle konuşurken de çok emrivaki olmaya başladın, kendine gel. Birbirimize yaptıklarımızla saygı sınırımızı çoktan yıktığımızın farkındayım ama gururumdan bir şeyler bırak."

Diyecek bir şeyi varsa da duymadan arkamı döndüm ve kendi arabama ilerledim. Carlos'un da yürüdüğünü gördüm ve ıslanan saçlarımı geri atarak kapıyı çarparken, diğer tarafın da kapısı açıldı. Carlos yanımdaki koltuğa yerleşip beni izlemeye başlayınca, Deren vücudunu arabama çevirdi ve gözlerini buradan ayırmadan yağmurun altında bekledi. Görüşümde bir leke hissedip bakışlarımı çevirdim ve Carlos'un uzattığı mendile baktığımda, "Islandın, yüzünü sil," dedi.

"Gerek yok, sormak istediklerini sor."

Koltuğuna geri yaslanırken dışarıya, Deren'e doğru bakıp mendili dizime bıraktı ve sonra, "Gerçekten sevgilin mi?" diye sordu.

"Carlos," dedim ellerimi direksiyona sarıp geri yaslanırken. "İlişkimiz seneler önce bitti, koptu. İkimiz de hatalar yaptık, yanlış kararlar verdik. Şimdi bu noktadayız ve şu anda tek ortak noktamız Karina. Onunla ilgili sormak istediklerini sor, yoksa git."

Yumruğunu dizinde sıkıp gevşeterek, "Görmek istiyorum," dedi. "Karina'nın yüzünü bilmiyorum, görmek istiyorum Karmen. Bir fotoğrafı, videosu illaki vardır değil mi? Beni tanıyor muydu mesela? Bunu da söylemedin."

"Tanımıyordu," dedim, kalbim Karina'mı düşünüp gülümserken. "Henüz anne ve babanın ne olduğunu bilecek kadar büyümemişti."

Bir süre durup, "Fotoğrafımı falan hiç göstermedin mi?" diye sordu.

"Tabii ki hayır Carlos. İtalya'dan ayrılırken fotoğrafını yanımda götürdüğümü mü sanıyordun?"

"Açıkçası evet."

"Götürmedim," dedim. "Seni terk ettim, neden fotoğrafını götüreyim?"

"Bana âşıktın," dedi. 

Dudağımı kıvırdım. "Sanırım her şeyin sebebi bu. Birbirimize âşıktık, demiyorsun. Bana âşıktın, diyorsun. Senin için duygusal ve fiziksel tatmindim sadece."

İçerlemiş gibi, "Hayır," dedi sertçe. Bana döndüğünde bile gözlerimi Deren'den ayırmıyordum. Sırılsıklam olmasına rağmen içeriye dönmek için hiçbir şey yapmıyordu. "Ben seninle gönül eğlendiren, çocuğunu yok sayan bir adam değilim. Fakat tüm ailen tarafından öyle addediliyorum."

"Tamam, o akşam şaşırmış olmana hak veriyorum Carlos ama abim seni kovduğunda gitmeyebilirdin, elimi tutup çocuğun sana ait olduğunu söyleyebilirdin."

Birkaç saniye sessiz kaldı. "O zaman her şey farklı olurdu değil mi? Belki... biz evlenirdik, Karina hayatta olurdu."

Her şeyin farklı olma ihtimalini ortaya atan ben olmama rağmen Carlos’la evlenme düşüncesi içimi buz gibi yaptı.

Gözlerim Deren'in bakışlarına gömülüyken, "Neyse," dedim. "Bunları konuşmamalıyız. Karina'yı görmeyi istemekte haklısın. Yüzünü sana göstereceğim ama yanımda fotoğraf yok. Eve gelirsin, kapıdan çevirmem, Karina'nın fotoğraflarını veririm sana."

Konuşmamızı bitirmemi işaret eden kelimelerden sonra o da karşısına dönüp camdan dışarıya baktı. Sakinleşmiş şekilde kafa sallayıp, "Eve geleceğim," dedi. "Söz verdin, unutma. Ayrıca... yeni kullandığın numaranı istiyorum, Karina için seni arayabilirim."

"Karina için. Kızını tanımak hakkın olduğu için." Elimi uzattım ve cebinden çıkardığı telefonunu avucuma bırakınca numaramı girip kaydettim.

"Keşke," dedikten sonra es verdi, tekrar konuşmak için saniyelerce bekledi. "Keşke gitmeseydin Karmen, keşke o kadar acele etmeseydin. Kızımı tanımam, onun beni tanıması için fırsat verseydin."

Haklılığı, beni daha önce hissetmediğim bir suçlulukla yakaladığında Carlos dizime hafifçe dokunup arabadan indi. Bir anda gerçekten o kadar üzgün göründü ki gözüme, Deren'i bile artık umursamadığını fark ettim. Arabasına ilerledi ve koruması onun için kapısını açtı. İki araçla beraber buradan uzaklaştıklarında, pişmanlıklarım için yorulmuş şekilde omuzlarımı düşürdüm.

Karina'dan, babasıyla bir arada olma fırsatını ben mi almıştım?

Araba kapısı bir daha açılınca başımı hızlıca kaldırdım. Deren yüzünden damlalar akarken bakıyordu. İzin istemeden açtığı kapıdan girdi ve koltuğa yerleşti. Islattığı koltuğuma, yüzüne bakarak tek kaşımı kaldırdım. "N'apıyorsun?"

"Koruman olarak yanında, evine geliyorum."

Komik mi sanıyordu?

"Deren, sabrımın sonundayım. Şuradan elimin tersiyle bir tane çarpacağım, göreceksin."

Kaldırdığım elime bakarken kafasına yapışan saçlarını düzeltti. "Amma Türk olmuşsun sen."

Onunla şakalaşacak kadar iyi hissetmediğim için dışarıyı gösterip, "İn," dedim bir daha.

"Korumanım, evine kadar geleceğim." Yağmur damlalarına karışmış kan yüzünden suratının bazı noktaları kırmızıydı. "Bu adam seni takip etme cüretinde bulunmuş ve fark etmemişsin bile. Aklın neredeydi senin? Bu adam takip ettiyse başka kimler kimler takip edebilir. Korumalığını yapacağım, engel olamazsın."

Evet, çoğu zaman takip edildiğimi fark ederdim. Fakat Deren'in yanına gelirken heyecanlandığım için...

Yüzünü görmek istemeyip başımı önüme çevirdim ve olumsuzlukları sayarak, "Abimler evde, izin vermezler," dedim.

"Sen koruman olduğumu kabul edersen onlara da ettirirsin." Huzursuzca iç çekerken gözlerinin dizimde kilitli kaldığını gördüm. Elini uzatıp bir çırpıda mendili aldı ve camdan dışarıya fırlatıp, "Hadi, gidelim," dedi.

Elimi direksiyona çarpıp sinirle, "Seninle bir yere gitmeyeceğim!" diye bağırdım. "Arabamdan in!"

"N'olacak koruman olsam, n'olacak? Neden inat ediyorsun? Neden bu kadar karşı çıkıyorsun, katı davranıyorsun?" O da sesini yükseltmeye başlamıştı.

"Çünkü ben senin kızını kaçırdım!" Gözlerimi çevirip yüzüne baktım ama kanları görünce ürperip direkt çektim gözlerimi. "Kim kızını kaçıran bir kadının koruması olur? Akıl işi mi bu yaptığın?"

Başını koltuğun arkasına yaslayıp soludu. "Ben olurmuşum işte. Aklım, dengem, mantığım kalmadı, hepsi şirazeden çıktı."

Ön cama düşen yağmur damlalarına bakarak arkama yaslandım. Onu İtalya'da gördüğüm günden beri korumam olmak için ısrarcı davranıyordu. Ciddiye almıyordum ama bu noktada gerçekten başa çıkılamaz olmuştu. Nereye kadar böyle gidecekti, gerçekten korumam mı olacaktı? O kadar çılgıncaydı ki...

"Eve gittiğimizde abimler seni vurursa sorumluluk kabul etmeyeceğim," dedim soğukça, abilerimin onu vurmasına izin vermeyecek olsam da.

Deren'in bana döndüğünü, derince nefeslendiğini fark ettim. Arabayı çalıştırmak için ilk hamlemi yaparken de, "Evinin kapısını kapat da gel bari," dedim.

Deren dönüp bakınca kapının açık olduğunu gördü ve derhal araçtan indi. Eve gittiğinde hiç durmadan aracımı çalıştırdım ve o içeriden bir şey alarak çıkarken ben de buradan ayrılmak için arabayı sürmeye başladım. Deren'in, onu kandırdığım için dehşete sürüklenen gözlerini ön camdan gördüm ve korumamın aracı arkamdan gelirken Deren'in ileriye koştuğunu gördüm. Kendi arabasına bineceğini anladım ve BMW'yi kendi etrafında döndürüp hızla ilerlemeye başladım.

Gaza bastım fakat Deren'in beni, eve kadar takip edeceği aşikârdı. Gri yolda süratle ilerleyip arayı açmaya çalışsam da fayda etmedi, Deren aracını benim kadar hızlı sürerek arkamdan geldi. Beş on saniye kadar sonra da telefonum çaldı ve arayanın kendisi olduğunu görünce reddettim. Çok mantıksız davranıyordu, eve gelemezdi. Abimler onu incitirdi, bunu anlaması için bağırmam mı gerekiyordu?

Ona bir şey olmasından ne kadar korktuğumu mu söylemem gerekirdi?

Bir dakika kadar sonra telefonum tekrardan çaldı, bu kez arayan korumamdı. Bana, Deren'i durdurup durdurmaması gerektiğini sorduğunda karışmamasını ilettim. Çünkü Deren geçtiğimiz günkü gibi korumamı yaralayabilirdi. Arabayı, her saniye daha da gerilerek sürdüm ve malikânemize yaklaştığımda olacakların korkusuyla Deren'i aramayı düşündüm. Ona gitmesi için dil dökmek isterdim fakat buraya kadar kararlı şekilde geldikten sonra dönmezdi.

Arazinin kapıları, arabam fark edilince açıldı ve ben doğrudan garaja ilerlerken, korumalar arkamdaki araçlara baktılar. Arabamı, büyük garajdaki diğer yirmi dokuz arabanın yanına park ettim ve çıkmadan önce ağrıyan midemi tuttum. O evden çıktığımdan beri bir sürü şey olmuştu ama ben hâlâ elbiseyi nasıl attığını düşünüyordum. 

O elbiseye sarılıp çok ağlamıştım.

Dışarı çıkıp garajdan ayrıldım ve malikânenin ön tarafına ilerlerken korumaların Deren'in aracı etrafında bir halka oluşturduğunu gördüm. Deren'in arabası malikânenin ortasına kadar ilerlemişti ve korumalar, muhtemelen benim yanımda gelen korumanın sözlerinden ötürü Deren'deki tehlikeyi sezmişlerdi. Aracın önüne kadar ilerledim ve yanımda korumalarla beraber ona baktım. Gözlerini doğrudan bana dikmişti.

"Efendim, n'apalım?" diye sordu Enrica.

Topuğumu yere sürterek Deren'in arabasına eğildim ve ellerimi kaputa yaslayarak gözlerine daha yakından baktım. Gözleri yüzümden aşağıya, arabaya eğildiğim sırada daha görünür olan göğüs dekolteme indiğinde, "Buradan gidecek," dedim onun da duyacağı şekilde. "Başka çaresi yok." 

"Gönderelim mi efendim?" dedi Enrica, tehlike vaat eden sesiyle.

"Hayır. Kendi rızasıyla gidecek."

Hiç kimse ona dokunamazdı.

Ellerimi kaputtan çekerek doğruldum ve arkamı dönünce Salvador ile Noah'ın merdiveni indiğini gördüm. Deren olduğunu tahmin ediyor olmalılardı. Huzursuzca ne yapacağımı düşünmeye başladım ve Noah karşımda durup beni kollarımdan tutarken, Salvador da yanımdan geçip süratle arabaya ilerledi. "İyi misin?" dedi Noah, endişeyle. "Sana bir şey mi yaptı?"

Karina'nın elbisesini attı.

Kızımdan kalan bir hatırayı attı.

Ve bunu söyleme şekli...

Bir şey diyemedim ve çıkan sesle beraber Noah ile aynı anda arkama döndüm. Salvador aracın kapısını açmış, Deren'i dışarıya doğru çekiyordu. Onu çıkarıp arabaya sertçe yasladığında Sicilya'ya hükmeden o adamı görmüş oldum. "Evimde ne işin var?" diye sorarken gerçekten hakarete uğramış gibiydi. "Benim malikâneme bu rahatlıkla giremezsin."

Deren, sırılsıklam kıyafetleri içinde, "Girdim," dedi.

Duruma hangi noktada müdahale edeceğimi düşünürken Salvador abim bu kışkırtıcı cümleye daha sert karşılık verdi. Beline uzanıp silahını çıkardı ve namlusunu çenesinin altına yerleştirip, "Neye güveniyorsun?" dedi. "Bir kızın var, ölmekten korkmuyor musun?"

"Kızımdan söz açmayacaksınız!" diye haykırdı Deren avazı çıkana kadar. Yağmurun altında hırıltılı nefesler alırken gözlerini önce bana, sonra da etrafıma sarılan Noah'a çevirdi. Noah, onu vurduktan sonra gözlerine ilk kez bakıyordu. "Özellikle sen," diye devam etti Deren. "Kızımdan uzak duracaksın piç!"

Ah, telefon konuşmamızda Nil'in Noah'a âşık olduğunu söylemişti.

Noah, yağmur yağdığı için kollarını etrafıma daha sıkı sarıp, "Üçüncü bir kurşun için mi geldin?" dedi alay edercesine. "Kızın... Nil, o nasıl? Son görüştüğümüzde bana tatlı tatlı gülümsüyordu."

Onu bile isteye kışkırttığını anladığımda Noah'a uyaran gözlerle baktım ve aynı saniyelerde Deren de alev alev gözleriyle bize doğru gelmeye yeltenip, "Bir şey yaptın mı lan kızıma?" dedi. "Nefret ediyor senden, hiç de hoşlanmamış! Tatlı tatlı gülmediğine de eminim!"

Noah, onu ciddiye almadan gülünce Deren geçebilmek için Salvador'u sertçe itti ve bunun üzerine korumalar ona yaklaştı. Salvador abim, bozulan gömlek yakasına bakarak dişleri arasından solurken, Deren de karşısına çıkan korumalara korkusuzca bakarak geçmeyi tekrar denedi. Birkaç saniye içinde bir bombanın patlayacağını bilerek korumaları sertçe çektim ve Deren'den uzaklaştırıp, "Git," dedim. "Beni ne kadar arada bıraktığının farkında değil misin?"

"Gitmeyeceğim!" diye kükreyince Salvador abim onun boğazını sıkarak arabaya kuvvetle bastırdı. "Gideceksin! Sicilya benim yerim, burası İstanbul'a benzemez!"

Deren onun bileklerimi tutup daha da fazla kuvveti abime uygularken, "Siciliya'nızı da sizi de sikerim, beni delirtmeyin!" diye haykırdı.

Korumalar Salvador'dan bir hareket beklerken, elimi ıslak saçlarımdan geçirerek kafamı iki yana salladım ve sonra abimin önüne geçerek, "Bırak abi," dedim. "İçeriye girelim, bir süre durup gidecektir. Kızı var, onu zaten uzun süre yalnız bırakamaz. Kavga edip durmanız da bir işe yaramayacak, ne sen onu öldüreceksin ne de o seni."

Salvador bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerine bir set çekmişti. "Kardeşim, sana bir haberim var."

"Ne?"

"Öldürebilirim."

Telaşla ellerimi gömleğine koyup, "Lütfen," dedim bir daha. "Gidecek, uzun süre kalamaz. Onlarca koruma var, bir şey de yapamaz."

Abim gözlerinde hiçbir kırılma olmadan bakmayı sürdürürken, "Noah," dedi ve bunun üzerine abim öne çıktı. "Karmen'i alıp eve götür, üşüdü."

Noah abim söyleneni direkt uygulayıp kolumdan nazikçe tuttuğunda, "Hayır," dedim. "Ya beraber gireriz ya da ben de burada kalırım. Hasta olurum, yatağa düşerim, sen de pişman olursun, utanırsın kendinden."

Salvador, onu açık açık maniple etmeye çalışmam karşısında öfkelenip, "Bana bunu yapma!" dedi. "Yeter artık! Nereye kadar bu adama sabır göstereceğim?"

Bu soruyu cevapsız bırakıp yüzümdeki damlaları silerken, arkamdaki hareketliliği sezdim. Deren etraftaki korumalara, "Nasıl korumasınız?" dedi. "Bir şemsiye bile açamıyor musunuz?"

Sinirlenince Türkçe konuştuğunu ne zaman fark ederdi acaba...

Abilerim ve korumalarım ona garip garip baktıktan sonra Salvador uzanıp elimden tuttu ve beni kendisiyle beraber eve çekmeye başlarken, "Noah, ilgilen," dedi.

Deren arkamızdan, "Dante yok mu?" dedi Türkçe. "O daha katlanılabilir. En azından kızımı kendisine âşık etmedi."

Onlar arkamızda kalırken Salvador bana dönüp, "Ne diyor?" diye sordu. 

"Noah'a bayılmış."

Abim bana hiç inanmayan bir bakış atınca yüzümden damlalar akarak Sara'nın açtığı kapıdan girdim. Elinde bir havlu tutuyordu, onu alıp vücuduma sararak merdivene ilerlerken, Angel'ın asansörden çıktığını gördüm. Hayretle bana bakıp abime ilerledi. "Salvador, n'oldu? İyi misin?"

"Islağım, uzak dur," diyerek üzerindeki ceketi bir çırpıda çıkarıp yere fırlattı. 

"Sıcak bir duş alın," dedi yengem her ikimize de bakarak ve sonra ürkerek abime yaklaştı, gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. "Sen duş alırken ben de sana sıcak bir şeyler..."

"Hayır, sen de benimle duş al," diyerek yengemin elinden tuttu abim ve onunla asansöre yönelirken bana uyaran bakışlar attı. "Evden çıkma Karmen."

Üzerimdeki havluyla beraber katları çıktım. Evin en üst katına nefes nefese varıp odama girince üstümdeki havluyu attım. Üşümüştüm, saçlarımdan sular akıyordu. Cama koşup aşağı bakınca Deren ile Noah'ın kollarını göğüslerinde kavuşturmuş, hiç konuşmadan birbirlerini izlediklerini gördüm. İkisi de hâlâ yağan yağmuru umursamıyordu. Hava iyice kararmış, arazideki ışıklandırmalar yanmıştı.

Ellerimi kollarımda gezdirerek geniş banyoma girdim. Banyomda hem jakuzi hem duşkabin bulunuyordu ve odam kadar büyüktü, bir masaj bölümü bile vardı. Kıyafetlerimi çıkarıp kirlilerin arasına attıktan sonra kabine girip sıcak suyu açtım. Şampuanla kafamı yıkarken köpükler gelmesin diye gözlerimi kapattım ve Karina'nın çiçekli elbisesini düşünürken başımı ne kadar uzun yıkadığımı fark etmedim. Vücudumu da duş jeliyle keseleyip durulandıktan sonra bornozuma sarılarak odama döndüm. Titreyerek yatağıma otururken hâlâ üşüyordum. İçimde açılan oyuktan kalbime doğru soğuk bir rüzgâr esiyor gibiydi. Kendi kalbi üşütür mü insanı bu kadar çok? Kendi kalbi bile insana bunu yapıyorsa kim ne yapmazdı ki?

Düşüncelerimden bir kapı tıklatma sesi kopardı beni. Sara elinde dumanı tüten içecekle odama girip, "Abiniz gönderdi efendim," dedi.

"Getir."

Tepsideki sıcak fincanı aldım ve elimi etrafına sarıp içmeye başlarken Sara'ya çıkmasını söyledim. Sıcak kapuçinomu içerken her şeyden soyutlandığım anlardan birini yaşıyordum. İnsanların Karina'm üzerinden beni incitmesine dayanamıyordum artık. Hem de şefkatine bu kadar ihtiyacım olan birinin bunu yapması... 

Neden atmıştı? Nil'i bulduğunda mı atmıştı? Yoksa Karina'ya ait olduğunu bilerek mi yapmıştı?

Kendimi, sanki ona hiçbir şey yapmamış gibi savunmak istiyordum ama sadece ona karşı olan kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı içimde birike birike parçalanıyordum.

Kahvemden biraz daha içip bornozumla beraber yatağıma uzandım. Karina'mın fotoğrafına uzun uzun bakıp dudaklarım titrerken, "Özür dilerim," diye fısıldadım. "O elbiseyi giymeni sağlayamadığım için özür dilerim. Affet, yalvarırım."

Yüzümü yastığıma gömüp çarşafı avucumda sıktım ve ağlamamak için sonuna kadar direndim. Bana iyi gelecek birisini, Nil'i düşünüp birazdan gülümsemeye başladım. Acaba n'apıyordu şu an? Beni özlüyor muydu? Ya Deren'e söyledikleri? Karina'yı bana getirmek istemişti demek ki. Ah Nil, keşke, keşke güzelim.

"Çok özlüyorum seni tırtılım. Görmek için babanı nasıl ikna ederim ki? Hâlâ adını söylememe bile tahammülü yok."

Biraz düşündükten sonra kalkıp çantamın yanına ilerledim. Telefonumu çıkarıp Gece'yi aradım ve birazdan aramamı, "Canım," diyerek açtığında direkt, "Gece, Yaman'ın nerede olduğunu biliyor musun?" diye sordum.

Telefonu açtığı an bunu sormama şaşırmış olmalıydı. "Bir süre için ailesinin yanına gitti, neden sordun ki?" Şüphelenmişti.

"Öyle mi söyledi? Ailesinin yanına gideceğini?"

"Evet de... Sen Yaman'ın bir yere gittiğini nereden biliyorsun?"

Belli ki Yaman Gece'ye yalan söylemişti, arkadaşımı kandırmıştı. Ne gerekçeyle bunu yapmıştı? Deren ona ne vaat etmişti, ya da neyle korkutmuştu? Düşünceli şekilde, "Yaman'ı İtalya'da gördüm," dedim. "Ailesinin yanında falan değil. Deren'in şoförlüğünü ve korumalığını yapıyor."

Sessizlik başladı ve o kadar uzun sürdü ki hattan düştüğünü sandım. Birazdan içerlemiş gibi nefesler alarak, "Şoförü?" diye yineledi. "Beni bırakıp Deren'in şoförü mü olmuş? Nasıl olur bu? Ailemin yanına gideceğim dedi... Konuştuğumuzda ailesinin yanında olduğunu söyledi. Neden... Onun koruması olsun ki? Gerçekten hiçbir şey anlamadım."

"Bilmiyorum. Ya Deren onu bir şeyle tehdit etti ya da çok fazla para verdi."

"Benim şoförümdü," diyen duygusal sesini duyduktan sonra altdudağımı ısırdım. "Para için bırakmış olamaz değil mi? Başka bir sebebi olmalı. Yalan söylemesinin de, onun korumalığını yapmasının da.... Aa, bir saniye! Sen Deren’le mi görüştün?

Geç gelen farkındalığına hafifçe gülümseyip, "Evet, görüştüm," dedim. "Burada. O da benim korumam."

Gece'nin aklı tamamen bulanmış olmalı ki tepki veremedi. "Deren senin, Yaman da Deren'in koruması öyle mi? Karmen... Onlar birbirini öldürür."

"Görmen lazım, aşırı aptallar birbirlerine karşı..."

Gece ile bir süre daha konuşup ona olanlardan bahsettikten sonra devam eden şaşkınlığını hissederek telefonu kapattım. Sonra da giyinme bölümüne geçerek kendim için altlı üstlü çamaşır takımı çıkardım, yüksek bel bir tayt ile vücudumu saran badimi giyerek saçlarımı kuruttum. Kendime özen duyuyormuş gibi davranıyordum, saçlarıma bakıp kremi sürüp yüzümü nemlendiriyordum ama hiçbirisi içimden gelmiyordu.

Sırf oyalanmak için yaptığım bu şeyleri bırakıp arkamı döndüm ve ruhumun dilediği yönde ilerledim. Perdelerimi çekip camın kenarından bakınca Deren'in arabasına bindiğini gördüm. Abilerimden hiçbiri orada değildi, korumalarsa yerlerindeydi. Noah bıkıp eve girmiş olabilirdi ama Deren'in arabası da kendisi de oradaydı.

Birazdan giderdi. Nil'den çok uzun süre ayrı kalamazdı.

Nil'in yanına dönerken nasıl mutlu hissediyordur. Onun evde kendisini beklediğini bilerek gidiyordur.

Keşke bu duyguyu tekrar hissedebilseydim. Kızımın yanına giderken mutlu olsaydım.

"Tanrı'm, bu acıyı kalbimden almanı bile isteyemiyorum ama... çok acıtıyor, çok."

Elim kalbimde dolaşırken omzumu pencere kenarına yaslayıp dakikalarca Deren'i izledim. Yağmur azalıp çoğalıyordu, sabit devam etmiyordu. Geç olmuştu, artık dönmesi gerekirdi. Belki de... Nil burada bile değildi, annesiyle beraberdi. O yüzden Deren yanımdaydı.

Deren'in dinmek bilmeyen bekleyişini izlemeye devam ederken, kadrajıma bir anda giren Dante'yi gördüm. Evden çıkmış, Deren'in aracına doğru yürüyordu. Yeniden bir kavganın ateşleneceğini düşünürken Dante'nin elinde taşıdığı bir şey dikkatimi çekti. Elinde... küçük benzin kutusu vardı.

Anlaması zor olmasa gerekti.

Deren'in aracını yakacaktı.

Elimin altındaki kalbimin çarptığını hissettim ve Dante araca ulaşıp benzin kutusunun kapağını açınca kendimi odamda kalmak için zorladım. Deren'in bana kurduğu cümle saatlerdir aklımdan çıkmıyordu, aşağıya inip ona benim için ne kadar vazgeçilmez olduğunu göstermek istemiyordum. Fakat Dante kutudaki benzini araca dökmeye başladığında ayaklarım beni götürmeye başladı, bir anda odamdan fırlayıp asansörlere koştum. Dante'nin o arabayı içinde Deren varken yakabileceğini biliyordum.

Asansörden inip sokak kapısından çıktığımda Noah'ın merdivende, elleri ceplerinde durduğunu gördüm. Yanında dikilmeye başlarken göğüskafesim sıkışıp gevşiyordu. Noah başını çevirip bana baktı ve dudaklarında bir gülümsemeyle, "Endişelendin mi?" diye sordu. "Onun için endişelendin mi?"

Çıplak ayaklarım ağırca basamakları indi ve sonra bedenim durdu. Deren'in arabadan çıkmak için hiçbir şey yapmaması, onun da abime karşı meydan okumak istediğini gösteriyordu. Hâlâ koltuğa yaslanmış, abimi izliyordu. Dante, benzini biten kovayı fırlattığında korumalar geriye çıktı ve abim dudaklarında yanan puroyu çekip Deren'in aracına fırlattı.

Yağan yağmurun altında bir küçük ateş parladı ve Deren'i yakmadan önce benim ruhumu tutuşturdu.

Biri öndeki, diğeri arkadaki ayaklarım gururum ile duygularımı temsil ediyor gibiydi. Kendimi, hissettiğim kırgınlık yüzünden oraya kadar götüremiyordum ama burada da kalamıyordum. Dante geriye çekilip izlerken, arabanın arka tarafındaki ateşlerin çoğalmaya başladığını gördüm. Yağan yağmur, alevlerin hızlı çoğalmasını önlüyordu ama...

"Gurur yaptı, dışarıya çıkamıyor," dedi Noah, kulaklarımdaki uğultu yüzünden sesini zor güç işitmiştim.

Yağmur, alevlerin ortaya çıkışını zorlaştırıyordu ama bir noktada benzinin tutuşacağı açıktı. Dante yeni bir puro yakarken ayaklarımı yere sıkıca bastırıp burada kalmayı denedim. Çenemi yukarı dikmiş, umursamaz görünüyordum. Yalnızca Deren kafasını önüne çevirip kolaylıkla seçemediğim gözlerini benimle birleştirince, ruhuma hükmettiğini hissettim ve sanki o siyah gözleriyle beni yanına kadar çağırdı. Beni ileriye iten kuvvete hayret duyarak son basamağı da yalpalayarak indim ve tüm kuvvetimle koşmaya başladım. Noah'ın arkamdan bağırmasına aldırmadan Dante'nin yanından geçtim ve onun hayret dolu bakışlarını son anda yakalayıp aracın diğer kapısına yöneldim.

Kendimi yanındaki koltuğa attım ve Dante hücumla arabaya ilerlerken kapıyı kilitledim.

Deren kafasını bana doğru çevirirken yüzümden damlalar akarak ben de ona döndüm ve bağırarak, "Bu neyin gururu?" dedim. "Gurur değil bu, aptallık! N'apıyorsun yanan arabanın içinde, insene!"

Yüzünde garip bir ifade vardı. Dehşete düşmüş gibiydi. Bir şey hatırlıyor, düşünüyor gibiydi.

Konuşmaması üzerine, "Eninde sonunda zaten ineceksin," dedim çığlığa benzer bir sesle. "Sonunda ineceğin bir arabada yanmayı bile göze almışsın gibi davranma! Çok aptalca görünüyor!"

İkinci kez de bir şey demediğinde üzerine doğru uzanıp onu omuzlarından kuvvetle sarstım. "İnsene Deren, neyi bekliyorsun!"

Omuzlarındaki ellerime kısaca bakarak, "Bu arabanın içinde yanabilir misin benimle?" dedi.

"Ben... Senin için bile yanarım bu arabada ama sen ölemezsin, kendine zarar veremezsin..." yutkundum. "Yüzündeki isi görse senin için ağlayacak bir kızın var, lütfen in."

O saniye... bana nadiren baktığı gibi baktı. Kalbine dokunmuşum gibi.

Bir daha sinirle bağırarak onu ittim ve sonra alevlerin çatırtısını duyarken, önünden uzanıp tarafındaki kapıyı açtım. Onu dışarıya iterken gözlerinin bana tutulduğunu hissettim. Deren karşı koymadan öksürerek arabadan çıkarken, ben de kilitlediğim kapıyı açarak çıktım. Arabaya bindiğimden beri kapıyı açmaya çalışan Dante, ben çıkar çıkmaz kolumdan tutup beni uzaklaştırdı. "Sen abine meydan mı okuyorsun! Neyin var senin? Neden bambaşka biri gibi davranıyor..."

"Sen kimin arabasını yakıyorsun?" diyerek abime bağıran Deren bize yaklaşınca abim ona döndü. Abimi omzuna çarpıp sertçe itti. "O aracın maliyetinden haberin var mı?”

Dante kükremeye benzer şekilde bağırdı. "Bir dahakine doğrudan seni yakacağım!"

"Ben Ateş'in ta kendisiyim, yakmadan önce bir soğutman icap eder!"

Yine sinirden Türkçe konuştu...

"Abi," dedim öksürerek ve sesimdeki tınıyı her ikisi de duyup bana döndü. Dumanı soluyordum ve alevler büyüyordu. Deren'in gözlerinde açığa çıkan öfkeli endişe sırasında Dante uzanıp beni kendisine çekti, uzaklaştırdı. "Bir daha sakın kendini ateşe atma."

Öksürerek, hiçbir şey demeden abimin göğsüne yaslandım ve o bana kızgınlıkla sarılırken ayakkabıları üzerine çıkarak arabaya baktım. Alevler, yağmurun söndürücü etkisine rağmen arabanın ön tarafına geçmişti. Deren ise gerilemiş, yanan arabaya gözünü kırpmadan bakıyordu. Arabayı, İtalya'da birisinden aldığı veya kiraladığı açıktı; yüklü bir borcun altına girmiş olabilirdi.

Abimden çaldığı parayla ödeyebilirdi.

"Artık gitmekten başka çaren yok,” diye seslendi ona Dante ve beni omzunun altına alıp eve götürürken, gözlerim arkamda kaldı. Deren başını çevirip gözlerime, yüzüme bakarak yağmur damlalarını yanağından bir çırpıda sildi. "Sen benim arabamı, beni yakacaksın, ben de paşa paşa gideceğim öyle mi?"

Abim, "Ne diyor?" diye sordu, çünkü Türkçe konuşmuştu.

"Gideceğini söyledi," dedim, en azından bir süre abimi yatıştırmak için.

"İyi. Böyle adam olacak işte."

Eve girmeden önce dönüp bir daha yangına baktım. Araç kendi kendine yanıyor, kimse de müdahale etmiyordu. Korumanın birinde her ihtimale karşı söndürücü tüp vardı. Deren'in bakışlarını üzerimde görerek eve girdim ve doğrudan odama çıktım, ıslanan kıyafetlerime tekrar huzursuzlanıp üzerimden çıkardım. Çok geç olduğu için saten geceliğimi ve üzerine sabahlığımı geçirerek etrafımda dönmeye başladım. Artık gitmesi gerekiyordu, bu iş çok saçma bir hal almaya başlamıştı. Mark’la ilgilenmem gerekiyordu, Deren'in hayatımdan çıkması lazımdı.

Dakikalar sonra camın kenarına tekrar ilerleyip perdeyi hafifçe açtım. İçeriye, yangının görüntüsü yansıyordu. Aşağıya bakınca Deren'in hâlâ olduğu yerde dikildiğini gördüm, gerçekten gitmeyecek miydi? Nereye kadar devam edebilirdi ki? Ben kabul etsem bile abimler kabul etmezdi, anlamıyor muydu?

Kollarımı göğsümde bağlayıp arabanın küle dönmesini izledim. Ateş etrafı aydınlatmış, dumanlar gökyüzüne sızmıştı. Uzun süre sonra ateş, yakabileceği her şeyi yakıp söndürdüğü sırada beynimde bir şimşek çaktı. Yangın, alevler... Deren’le geçen konuşmalarımızdan birinde anlattıkları... Annesi ile babasını araba kazasında, yangında kaybetmesi...

Belki de bu yüzden donup kalmıştı. Arabadan inmeme sebebi buydu.

Annesi, babası ile yangında öldüğü için benimle bu arabada yanar mısın, diye sormuştu.

İçimi kaplayan acı yüzünden kalbim sıkıştı ve araba tamamen küle döndüğünde bile Deren'in hiç kıpırdamaması dikkatimi çekti. Çekmiyordu gözlerini, belki o anda aynı şeyleri düşünüyorduk. Keşke bunu daha önce hatırlayabilseydim, abimi o ateşi yakmadan önce durdursaydım.

Canını yakmış olmalıydık.

"Birbirimizin canını yakmadığımız bir gün olacak mı Deren?"

Daha da imkânsızı...

"Birbirimizi mutlu ettiğimiz bir gün?"

Onu, anılarıyla beraber orada bırakıp yatağıma döndüm ve hissettiklerimin ağırlığına alışmaya çalıştım. Bugün bana söylediği yüzünden kırılmıştım ama ona bu şekilde ailesinin hatırlatılmasını istemezdim.

Neredeyse bir saat boyunca Karina'mın fotoğrafına sarılarak oturdum, gözüme uyku girmedi. Zaten normalde de düzenli uyumuyordum ama yağan yağmurun altında, Deren'in orada olduğunu bilmek... En sonunda yine dayanamayıp kalktım, cama gidip aşağıya baktım. Evet, hâlâ oradaydı, eve doğru bakıyordu. Sırılsıklamdı. Bu yaptığı delilikti. Artık hasta olması kaçınılmazdı.

Bakışlarının bu tarafa yöneldiğini hissettiğimde, neredeyse perdeyi çekecektim ama durdurdum kendimi. Gözlerimiz birleşince yüzündeki is lekelerini fark ettim. Kaşlarım ona bakarken çatıktı ama gözlerimdeki ifade sert değildi, çünkü yapamıyordum, orada ne kadar üşüdüğünü bilirken gizleyemiyordum duygularımı.

Onun üzerine düşen her yağmur damlası benim kalbimi üşütüyordu.

İnsan gündüz onu bıçaklayanı, gece sarıp sarmalar mı?

Acaba ne kadar üşürse kalbimdeki buzları hissedebilirdi?

Perdeyi son kez çekip yatağıma gittim ve yan uzanıp sabahı bekledim. Uyuyamayacağım belliydi, hem kızımı hem Deren'i düşünüyordum. Üstelik abilerimden birisi daha sabrını tüketip ona bir şey yapmaya çalışırsa diye uyumamam en iyisiydi. Birkaç saat sonra odamı güneş ısıttı, yağmur kesildi ve odama gün ışığı düştü. Kollarımdaki yaralara bakarken sabah oldu ve zaten uyuyamadığım yataktan kalktım.

"Deren'i bu işten uzaklaştıracaksın Karmen. Çünkü Deren'in sana, Mark'a yakın olması Nil'in tehlikede olduğu anlamına gelir..."

Giyinme bölümüne geçip dolabımı açtım ve gözlerimi ovalayarak kıyafet aldım. Deren'e taviz vermeyecek, Türkiye'ye göndermenin yolunu bulacaktım. Onu düşündüğümden, Nil'i düşündüğümden.

Üzerime, iki parçadan oluşan kıyafet giydikten sonra çoraplarımı bacaklarıma geçirdim. Dün yağmur yağmış olabilirdi ama İtalya'da mevsim yazdı ve güneş çıkmıştı. Aynanın önüne geçip siyah saçlarımı taradıktan sonra uykusuz göz altlarıma baktım. Dudaklarımı hafifçe nemlendirip siyah çoraplarımla odadan ayrıldım.                    

Asansörden inerken yüzüme tarafsız bir ifade oturttum ve salona geçerken sokak kapısının açık olduğunu gördüm. Kollarımı göğsümde kavuşturarak dışarıya bakınca da epey şaşırdım. Yengem Angel, bahçede, Deren'in karşısındaydı ve ona bir pelüş ile fincan uzatıyordu. Derenle ilgili çok paylaşımımız olduğu için ona üzülmüş olmalıydı. Fakat abim bunu öğrenirse kalbini kırardı.

Deren onun elinden içeceği alırken, "Bunu neden yapıyorsun?" diye sordu İtalyanca.

"Karmen bana senden bahsetmişti," dedi Angel. "Bu yüzden abilerine kıyasla ben seni tutuyorum."

Angel, Deren almadığı için yaklaşıp pelüşü onun omuzlarına örttü. Deren, bu beklenmedik iyilik karşısında bocalamış halde, "Nasıl bahsetmişti?" diye sordu. "Beni tuttuğuna göre iyi bahsetmiş olmalı."

"Onu söyleyemem maalesef," dedi yengem, beklediğim gibi. "Ama bence artık buradan gitmelisin. Kocam ve kocamın kardeşleri çok sinirlidir."

Deren başını olumsuz anlamda sallayıp burada olduğumu biliyormuş gibi bana doğru baktı. Gözlerinin ilk uğradığı yüzüm olsa da ardından bedenimde dolaştı. Güneş sayesinde artık yüzünden sular akmasa da hâlâ ıslaktı. Bakışları bedenimde oyalandıktan sonra tekrar gözlerime ulaştı ve fincanı kaldırıp sıcak içecekten bir yudum aldı. Fakat o anda yüzünü buruşturup içtiğini püskürttü. "Bu ne lan?" dedi Türkçe.

Angel neden onun böyle bir tepki verdiğini anlamamış gibi, "Aa n'oldu?" diye sordu. "Beğenmedin mi?"

Deren bu kez onunla aynı dilde, "Çay gibi ama bozuk tadı," dedi.

"Sütlü çay işte. Türkler çay sevmiyor muydu?" Yüzünü astı. "Yanlış mı hatırlıyorum?"

Deren bir daha yüzünü buruşturdu. "Evet, çay severiz ama sütsüz çay severiz.”

"Ben öyle sanıyordum," diye yanıtladı yengem kıkırdayarak. "Sara'ya derim, senin için normal bir çay yapar hemen."

Deren çay fincanını ona uzatarak, "İstemez," dedi ve ardından hapşırınca, "Bence ister," dedi Angel, uzaklaşarak.

Yengem yanıma gelirken, Deren'in ikinci kez hapşırdığını duyup sinirle yumruğumu sıktım. Ne laftan anlamaz bir adamdı be! Gidip bu yumruğu suratına çarpmak istiyordum.

"Canım, Deren için çay yapmak ister misin?"

"Zıkkım içsin," desem de kendim yapıp götürmek istiyordum.

"O ne demek, Türkçe konuştun değil mi?"

Yüzümü buruşturup Deren'e dik dik baktım ve o da yüz buruşturmamı taklit edip dik dik bakınca ifadem neredeyse sarsılıyordu. O daha da çocuklaşıp bana dil çıkarınca, şaşkınlıkla arkamı dönüp yengemle eve girdim. 

"Sara'ya söyleyeyim, sütsüz çay hazırla..."

"Ben yaparım," diyerek mutfağa ilerledim.

Sara kahvaltı hazırlıyordu. Onu rahatsız etmeden hazırladığı çaya baktım ve içine süt eklemeden bir fincana koydum. Tamam, gitmesi için onunla bir kez daha konuşurken çay ikram edebilirdim.

Mutfaktan çıktığımda, gövdesinde hiçbir şey olmayan ve altına yalnız saten pijama giymiş Dante ile karşılaştım. Saçları dağınıktı ve huzursuzca bakıyordu. Benimle karşılaştıktan sonra elimdeki fincana, bir de açık kapıdan dışarıya baktı. "Umarım çayı kafasından aşağıya dökmeye götürüyorsundur. Ayrıca... üstündeki ne? Kim örttü onu?"

"Ben de şimdi gördüm," dedi Angel, kahvaltı sofrasına otururken. "Üşümüştür Dante, bu kadar kötü kalpli olma."

Abim gözlerini ovalayarak sinirle mutfağa girdiğinde ben de sokak kapısından çıktım. Korumalar bana selam verirken, Deren yanına gidişimi memnuniyetle izliyordu. Karşısında durduğumda fincanı ona uzatıp, "Biraz üşümüş görünüyorsun," dedim.

"Hayır," diye reddetti ama hemen sonra hapşırınca, reddedecek bir şey olmadığını fark etti. Çayı elimden alırken parmağı parmağıma değince buz kadar soğuk olduğunu hissedip ürperdim ve istemsizce üzülerek, merhametle baktım ona. "Deren, buz gibi olmuşsun. Yapma böyle lütfen, eve git."

Üşüdüğünü elinden anladığım için fincanı hemen aldı ve avucunu etrafına sarıp, "Ancak koruman olduğumu kabul edersen," diyerek şart koştu.

"Ben Mark'tan intikam alacağım, bu süreçte yanımda olamazsın." Neden olamayacağını ona açık açık söylemeye karar verdim. "Mark bir bebek... katili ve bir kızın olduğunu öğrenmiş. Söylemek istemiyorum ama... Hiç mi korkmuyorsun Nil'e bir şey yapmasından?"

Deren'i tetikleyen Nil oldu ve bakışlarındaki tarafsızlık yerini karanlığa bıraktı. "Nil güvende. Senin için bile kızımın güvenliğini riske atmam."

Son cümledeki önceliksizlik ve sertlik yüzünden gözüme bir duygu battı. İç çekip, "Nil'e bir şey olmasını istemiyorum," diye yineledim. "Bu yüzden İstanbul'a dön. Orası daha güvenli."

"Kızım için neresi güvenli ben karar veririm, karışma."

"Burada zamanını ikiye bölüyorsun. Nil şu an sensiz mesela." Yutkundum. "Aynı anda ikimizle beraber olmak istemiyorsun, orası çok belli zaten..."

"Evet istemiyorum."

"Peki nasıl olacak?" diye sordum. "Korumam olacaksan vaktinin çoğunu burada geçirmen gerekecek, bu sırada Nil'e n'olacak?"

Fincandaki çayından bir yudum alırken soğuk gözlerle bana baktı. "Nil'i neden bu kadar düşünüyorsun? Yoksa onu Karina'nın yerine koymaya mı çalışıyorsun?"

Bu karşılık beni irkiltti. Kızımın yerine kimseyi koyamazdım. "Hayır, ben Karina'nın yerine hiç kimseyi koymam."

"Belki ileride bir çocuğun daha olur," dedi duygudan yoksun bir sesle.

"Bunun için yalvarman gerekir," dedim net şekilde.

Deren'in gözleri bakışlarımdaki kararlılıkta sabit kaldıktan sonra bunu asla yapmazmış gibi bir kibirle kısıldı. Omuzlarımı geriye atıp uzandım ve henüz bir yudum içtiği fincanı elinden almaya çalıştım. Fakat Deren sıkıca fincanı tutunca alamayıp çekiştirdim. "Bırak fincanımı. Takım bu, kırılırsa seni Fransa'ya gönderip aynısından aldırırım!"

Deren hiç ciddiye almadan fincanı çekmeye çalışırken, "Çocuklaşıyorsun," diye kızdı.

"Evet, çocuğum da yok artık, çocuk benim." Fincanı yeniden çekmek için hareket ettim ve itişme sırasında birkaç damla elime sıçrayınca Deren ağzının içinde cık cıklayıp, "Al lan, al!" dedi serbest bırakarak. "İki yudum çay hazırlamışsın, onu da zıkkım ettin."

Fincanla beraber geriye çekilirken Deren'in gözlerini elimin üzerinde hissettim. Omuzlarımı silkip, "Hemen kızıyorsun, dik dik bakıyorsun, hiçbir şeyi hak etmiyorsun," diye bağırdım.

"Bana acıdan başka ne verdin ki zaten?"

Ruhumu desem, anlar mı acaba?

Bir araba freninin sesi, birbirimize kilitlenen gözlerimizi kopardı ve başlarımız aynı anda arazinin geniş kapılarına döndü. Arka arkaya gelen iki siyah aracı görünce bir misafirimiz mi var, diye düşünerek ileriye çıktım. Deren de özel ilişkimizden çıkıp sanki gerçekten korumammış gibi bir profesyonellikle, "Kim bunlar?" diye sordu.

"Elinin körü!"

"Aşkım maşkım öğrenmedin mi sen ya! Nerede uğursuz bir Türkçe kelime varsa onu öğrenmişsin."

Araba Carlos'a ait olabilirdi, bu yüzden bana bakan korumaya kapıyı açmasını emredip biraz daha ilerlerken arkamdaki adama cevap vermedim. Deren benimle gelirken araçlar açılan kapılardan girdi ve bir tanesi önüme yaklaştı. Deren ve korumalar etrafımı sararken açılan aracın kapısından ilk adımını birisi attı. Ve gelenin suaygırı Orlando olduğunu gördüm.

Hepimiz onun gelmesini bekliyorduk.

"Kim bu?" dedi Deren.

"Efendim? N'apalım?" dedi Enrica, sağ tarafından.

Sessiz kalarak kollarımı göğsümde kavuşturdum ve Orlando karşısında görmeyi beklediği Russo değilmişim gibi gözlerini kısarak bana yürüdü. Çok kilolu, ağır ağır yürüyen bir insandı. Korumaları onun peşinden gelirken, "Burada ne işin var Orlando?" diye sordum, sert bir sesle.

Deren'in belinden silahını çıkardığını gördüm ama benim korumam olmak istiyorsa ben izin vermeden hiçbir şey yapamazdı. Ona dönüp uyaran gözlerle baktım ve Türkçe, "Olaydan haberin yok, sakın delice davranma," dedim ve tekrar Orlando'ya döndüm. Beni tepeden tırnağa süzerek korumalarıma baktıktan sonra arkamdaki malikânemizi izledi. "Burada, bana ait bir şey varmış."

"Yanılmışsın, burada sana ait hiçbir şey yok."

Orlando tatmin olmamış şekilde çenesini dikleştirip, "Karmen Russo," dedi, uyaran bir sesle. "Evime dün gece döndüm ve karımın kaçırıldığını öğrendim. Kendisinin burada olduğunu biliyorum. Ya onu siz getirirsiniz ya da girer ben alırım."

"Orlando... Yapamayacağın şeyler için bu kadar büyük ve emin konuşma, gülünç oluyorsun."

Deren hiçbir konuşulanı kaçırmamak için gözlerini ikimiz arasında dolaştırırken, Orlando gerçekler suratına çarptığı için öfkelendi. "Abinler nerede? Senin arkana mı saklandılar?"

"Ne kadar havaya, ne kadar boş konuşuyorsun Orlando?" Başımı sola eğdim. "İtalya'da, bizden daha güçlü kimsenin olmadığını bildiğin halde abimlerin arkama saklandığını söylüyorsun. Bu söylediğine kendi korumaların bile içten içe gülüyordur."

"Haddinizi aştınız!" Orlando bağırınca Deren’le aynı anda tüm korumalarım öne çıktı. "Birbirimizin ailesine dokunmaz, ahbaplarımızın işlerine karışmayız! Kuralları çiğnediniz!"

"Biz karısını döven insanlara ahbabımız, demiyoruz," dedim. "Sen bizim ahbabımız olamazsın. Düşmanımız da olamazsın. Ya geri dön, ya da öl. Senin için yalnız bu iki koşul var."

Bu cümlelerin ardından başlayan sessizlikte, Deren'in bana kilitlenen gözlerinin farkındaydım. Orlando hafif bir gülüşle, "Benden bir şey aldıysanız karşılığında bir şey vermek zorundasınız," dedi.

Ben bu söylenenin cevabını vermek üzereyken arkamdaki şiddetli adım seslerini duyup sustum. Birazdan da tahmin ettiğim gibi Dante, sert bir solukla yanımdan geçip tam Orlando'nun karşısında durdu. "Ziyaretinin sebebi nedir?"

Orlando açık sebebi dile getirdi. "Karımı kaçırmışsınız. Hem de üçünüz birden. N'apıyorsunuz, o sürtüğü her gün biriniz mi hallediyorsunuz?”

"Hayır, ben o hakkımı sana saklıyorum," dedi Dante.

Orlando gergin bir gülüşle başını sallayıp evi işaret ederken, "O kardeşiniz nerede, korkuyor mu?" diye sordu. "Karımı kendisinin orospusu mu yapacak?"

"O kadının bir ismi var," dedi Dante. "Noah, Marianne ile erken saatlerde evden ayrıldı. Burada olmaması senin için çok iyi oldu. Noah, Marianne'e yaptıkların için seni öldürecek."

"O benim karım. Üzerinde hak iddia edemez."

"Onlar birbirine âşık," dedim, Deren hâlâ beni izlerken.

Orlando'nun bakışları, sanki çok saçma bir şey söylemişim gibi bana doğru kaydı ve tükürüklerini saçarak, "Onun için verdiğim para n'olacak?" dedi.

"Parayı kime verdiysen siktirip ona git," dedim.

"Karmen haklı," dedi Dante, hemen.

"N'oluyor şimdi," diye homurdandı Deren, olayı bilmemekten huzursuz olmuş şekilde. 

Dante bir an ona baktı ve Orlando'nun konuşması dikkatini dağıtıcınca tekrar karşısına döndü. "Gidiyor musun Orlando? Yoksa ölmeyi mi seçeceksin?"

Orlando gözlerini bahçedeki korumalarda, ardından da evimizde dolaştırdı. Sanki buradan sağ çıkıp çıkamayacağını hesaplamaya çalışıyordu. Abimin elindeki silah şu an yere bakıyordu ama doğrulup ona dönmesi birkaç saniyeyi alırdı. Orlando tekrar abime dönüp, "Ya karımı verirsin ya da karşılığını," dedi.

"Sana bir borcumuz da karşılığımız da yok," dedi abim.

"Ben gelip abinin karısını kaçırsaydım aynısını diyebilecek miydiniz?"

O an Salvador burada olsaydı Orlando'nun kafasından bir kurşunun geçeceğine emindim. Dante ile aynı anda öfke duydum ve abim önce davranıp, "Yapabilseydin yapardın ama yapamadın," dedi. "Bu ailedeki hiçbir kadına elini süremezsin ve Marianne de artık onlardan birisi Orlando."

"Emin misin?"

Dante'nin cevap vermek üzere olduğunu gördüm ve aynı anda iki hareketi hissettim. Birincisi Deren'in bana dönen ve sertçe açılan gözleriydi. İkincisi ise Dante'nin başını hızla sol tarafa çevirisiydi. İrkildim ve o an önüme düşen kırmızı lekeyi hissettim, Dante hızla bana dönerken Deren çok hızlı şekilde elini kafamın arkasına koyup kendisini üstüme örttü ve benimle yere yatarken, kafamın üzerinden geçen kurşunu göz ucuyla gördüm.

Bir kırılma sesi geldi, kurşun arabalardan birisinin camına isabet etmişti.

Sırtım, Deren üzerime yattığı için yerle öyle bir bütünleşmişti ki nefes alamıyordum. Yüzüm göğsüne yaslıydı. Bir göz kırpması kadar geçen saniyeden sonra birbirini takip eden silah ve koşturma seslerini duyup arazide çatışma çıktığını fark ettim. Saniyeler önce gözlerimin önünde gördüğüm kırmızı leke, yüzüme uzaktan nişan alınmış bir silaha aitti.

Abimin korumalara bağrışını ve ardından Deren'in sertçe inip kalkan göğsünü yüzümde hissederek, "Bırak beni," dedim. "Bırak, n'oluyor?"

"Silahın yok, kalkma!" Deren bunu söyleyip göğsünü hafifçe kaldırınca görüş açım açıldı ve böylelikle ileriyi gördüm. Korumaların bir kısmı benim etrafımı sarmış, iyi olup olmadığımı sorarken diğer bir kısmı abimle beraber Orlando'nun korumalarını püskürtüyordu. Etrafa dağılan kurşunların arasında Orlando'nun, omzundan kan sızarak arabasına gittiğini gördüm ve onun bindiği araba uzaklaşırken, birkaç koruması vurularak yere yığıldı. 

"Bırak," diyerek üstüme kapanan Deren'i daha sert ittim ve doğrulurken onun elindeki silahı kaptım. Deren daha başını bana dönmeden ayaklarım üzerinde yükselip Dante'nin yanına koşmaya başladım. Abim, Orlando'nun binip uzaklaştığı arabaya kurşun yağdırıyordu ama kapılar açık olduğu için araç uzaklaşmaya başlamıştı. Haykırarak silahını yere fırlattığında, nefes nefese yanına varıp etraftaki korumalara seslendim. "Uzaklaşmadan o keskin nişancıyı bulun."

"Derhal efendim," dedi Enrica ve yanına birkaç koruma alıp arazinin çıkışına ilerledi.

Dante, sesimi duyduğu an bana döndü ve hızlı hızlı nefesler alırken gözlerini üzerimde dolaştırdı. Endişeli şekilde yaklaşarak ellerini omuzlarımdan aşağıya kaydırdı. "İyisin değil mi bebeğim?"

"Yere çok hızlı düştüm, boynum acıyor sadece," dedim ve abim boynuma doğru bakarken, gözlerim yerdeki korumalarda gezindi. Yalnızca bir korumamız vurulmuştu, diğerleri onunla ilgileniyordu. Orlando'nun yanında getirdiği korumalardan dört tanesi de vurulmuş, sızan kanlarının üzerinde yatıyordu.

"Benden önce fark etti," dedi Dante ve gözlerim tekrar karşıma döndü. Abim omzumun üzerinden arkaya bakınca onu takip ettim. Deren yerden kalkmış, üstündeki tozları sertçe silkeliyordu. "Refleksleri çok güçlü."

Sadece beni değil, o üzerime kapanırken onu da sıyıran kurşunu düşünürken Deren başını yukarıya doğru kaldırdı. Vurulmadığımdan emin olmasına rağmen abim gibi beni süzerek Dante'ye döndü. "Karmen'i neden hedef aldılar? Seni vurmalılardı."

Dante altdudağını ağzının içinde sinirle ısırdıktan sonra gülmeye başladı ve kafasını salladı. "Her neyse," dedi. "Sağ ol." Ağzının içinde, hoşnutsuzca teşekkür etmişti.

"Ne dedin?" diye sordu Deren, muhtemelen duymuştu.

Dante dudaklarını sımsıkı kapatıp duygusuzca Deren'e bakınca, Deren bu teşekkürü bir daha duyamayacağını anlayıp omzunu silkti ve yanıma kadar yürüdü. Uzanıp sol elimde duran silahı alırken, "Acıttım mı?" diye sordu, Türkçe.

"Neyi acıttın mı?"

"Kolunun üstüne yattım... kesikler?"

Başımı sol koluma çevirip kırmızı dantelden parça parça görünen kesiklere bakarak, "Hayır, acımıyor," dedim.

Dante ağır bir adım atarak kolumun altından tuttu ve üzerindeki izleri okşadıktan sonra kaldırıp kolumu öptü. Deren'in bakışları anbean bu öpücüğü takip etti, abim kolumu yanıma bırakıp bana gülümserken de izledi. Gözlerinde boş bir bakış olsa da koyu harelerinin derinliklerinde yalnız kendisinin bildiği bir duygu saklı gibiydi.

Ben onun gözlerine hapsolurken, "O silah Karmen'in değil mi?" diye sordu Dante ve böylelikle bakışlarım silahı buldu. Elime alırken fark etmemiştim ama doğruydu, bu Deren'in o sabah arabamdan aldığı silahtı. "Sende ne işi var? Korumasın madem, kendi silahın yok mu?"

"Var," dedi Deren, silahı beline koyarken. "Fakat bu silahı kullanmak hoşuma gidiyor. Kullanırken Karmen'i hayal ediyorum."

Dante, Deren'in beni nasıl hayal ettiğini düşünüyormuş gibi gözlerini kısarken, bir araba sesini daha duyup dikkat kesildim. Arkama döndüğümde büyük abimin aracının önümüze yaklaştığını gördüm ve böylelikle bu gürültü esnasında neden evden çıkmadığıyla ilgili soru işaretlerim de silinmiş oldu. Dışarıdaymış meğer. Korumalardan birisi yaklaşıp kapıyı açınca abim aracın arka kapısından indi ve elinde bir paketle yanımıza yürürken etrafındaki kargaşaya baktı. "Angel aradı, Orlando'nun geldiğini söyledi. Neler oldu?"

"Güya karısını almaya gelmiş, bir de keskin nişancı getirmiş," dedi Dante, ben eve doğru bakarken. Angel kapıyı açmış, bu tarafa bakıyordu. "Tartışma alevlenince keskin nişancı Karmen'i hedef aldı, bir anda çatışma çıktı. Orlando bir korumasıyla kaçtı, kalanları da cehenneme yolladık." Dante yerdeki korumalara baktı.

Abim bu söylenilenleri dinledikten sonra bana dönüp gözleriyle vücudumda bir hasar aldı. "İyi misin kardeşim?"

"İyi," dedi Dante, Deren'e göz ucuyla bakarken.

Salvador sakince soluklanıp gözlerini korumalarımızda dolaştırdı ve sağ taraftaki adama, "Buraları temizleyin," emrini verdikten sonra elimden tuttu. "Nasıl fark ettin kurşunu? Buldunuz mu keskin nişancıyı?"

"Aramaya çıktılar," derken yanından geçtiğimiz Deren'e baktım ve büyük abim de bakışlarımı fark edip ondan tarafa döndü. "Sen hâlâ burada mısın?"

"Boş boş sorular sormak aile genetiği mi sizde?" dedi Deren.

Abilerim ona, Deren de bir süre abilerime baktı ve sonra sanırım Dante ona bir parça minnet duyduğu için, "İçeriye geçelim abi," dedi. "Onunla sonra ilgileniriz."

Salvador huzursuzca ileriye döndü ve elimden tuttuğu için ben de onunla hareket ettim. Korumalar etrafı temizlerken, Deren bizim ilerleyişimizi izledi. Abimin üzerinde lacivert, Armani tişörtle krem keten pantolon vardı. Güneş gözlüğü kafasındaydı. Biz daha eve varmadan yengem eşikten çıkıp ona sarıldı. Abim, yengemin sarılmasındaki korkuyu hissetmiş olmalı ki, "Sorun yok karım," dedi. "Geldikleri gibi gittiler."

"Birine bir şey olacak diye korktum," dedi Angel benimle abime bakarak. 

"Kocan burada olsaydı onu yerdi sevgilim, korkma." Abim yengemin şakağından öpüp diğer elinde taşıdığı paketi uzattı. "Senin için sevdiğin kruvasanlardan almaya gittim."

Yengem geriye çekilip paketi tutarken, "Ama orası Sicilya'nın diğer ucunda," dedi.

"Beşte evden çıktım, sen uyurken. Karım için değer." Angel'ı yanağından, alnından, burnundan, boynundan öperek içeriye girerken, yengem hiçbir endişesi kalmamış gibi gülümsemeye başladı. 

Biz de eve girdik ve Dante kapıyı çarparken gözlerim tekrar Deren’le buluşmak istedi. Yere düşen fincanın parçalarına bakıyordu, takımım gerçekten de bozulmuştu.

"Salvador Bey," diyen sesi duyduğumuzda oturma odasına geçerken dönüp asansörden çıkmış Sara'ya baktık. Elinde bir tepsi tutuyordu ve içinde babamın ilaçları vardı. "Valerio Bey sizi görmek istiyor efendim."

Babam aşağıda yaşananlara şahit olmuş olmalıydı, belki de bu yüzden abimi görmek istiyordu. Salvador, yengemi kucağından bırakıp başını salladı ve asansöre yöneldi. O gider gitmez yengem bize dönüp, "Sakın Deren'e çay verdiğimi söylemeyin," dedi korkarak.

Dante bağırdı. "Sen mi verdin? İhanet bu!"

"Yok artık Dante!" Angel küsmüş gibi baktı ona. "Ne kadar üşümüştü adam, dayanamadım."

"Aynen, abime de bir erkeğin üşümesine dayanamadığını söyle, kalpten gitmeden önce hepimizi gebertsin..." Dante söylene söylene merdivene ilerleyince Angel onun arkasından omuzlarını silkip bana döndü. "Bu da sinirde Salvador'u geçti."

"Boşver Angel, kruvasanını ye sen," dedim ona gülümseyerek.

Elinde taşıdığı pakete bakınca Dante'yi boş vererek uzun yemek masamıza ilerledi. Masada kendi yerine oturup paketten çıkardığı kruvasanı yerken ben de bir sandalyeye yerleşip huzursuzca ellerimi dizlerim arasına koydum. Babam Salvador'a Deren'i göndermesini mi söyleyecekti?

Az sonra Dante, ütülü kıyafetlerini giyinmiş şekilde, bir telefon görüşmesi yaparak aşağıya indiğinde Sara' da kapuçinomu önüme koyuyordu. Abimin telefondaki kişiye, "Yarın gece," dediğini duydum. "Tüfekleri İspanya'ya deniz yoluyla götüreceğiz, almak için dostlarımız limanda bekliyor olacak. Aynı saatte kıyı polisini, başka bir suç duyurusuyla denizin diğer tarafına çekeceğiz.”

İşle alakalı mevzu olduğu için daha fazla dinlemedim. Sicilya'ya döndüğümden beri yalnız kendi özel işlerimle meşguldüm, abilerimse ticaretlerine, Russolar adına kurdukları hükümdarlığın devamına çok fazla mesai harcıyorlardı.

Dante'nin en son telefona, "Parayı almadan dönmeyin," dediğini duydum ve sonra açılan asansör kapılarını fark ettim. Salvador abim masaya yürüdü ve her zamanki yerine, sol tarafımdaki ikinci sandalyeye oturup gergin şekilde önüne baktı. Dante telefonu kapatıp paketteki kruvasanlara uzanırken, Angel da kocasına döndü. "Babam ne söylüyor?"

Abim bana doğru baktı ve fincan dudaklarımdan inerken karşısına döndü. Gözleri Dante ile kesişirken dirseklerini masaya koymuş, ellerini çenesinin altında birleştirmişti. "Dante."

"Efendim abi?"

"Deren'i içeri çağır."

Neredeyse yutmakta olduğum kahveyi püskürecektim, elimi son anda ağzıma örtüp göğsümde tutamadığım kalbimle abime bakarken, Dante de huzursuzca, "İçeri?" diye yineledi. "Salvador, ne dediğini duyuyor musun?"

"Gayet iyi," dedi abim sertçe. Angel gergince sandalyesine yerleşirken, benim elim hâlâ yanmış dudaklarımdaydı. "Deren Ateş'i alıp gel."

Dante, bana doğru bakıp Salvador'a döndü. "O adam bize meydan okudu, hakaret etti, kardeşimize silah çekti, evimden içeri gire..."

Salvador abim elini masaya çarptığında yengemle aynı anda koltuklarımızda arkaya yaslandık. "Sana söylediğimi yap, saygısızlık değil!"

Abimin tekrar bağıracak olması bir krizle sonuçlanacağı için gergince nefesimi tuttum. Ateşin o sıcaklığı mideme yapışmıştı âdeta. Ellerim masanın örtüsünü aşağıda tutarken, koltuğun çekilme sesini duydum. Dante abim doğrularak, "Neden?" diye sordu. "Deren… onu neden eve çağırıyoruz? Ev burası, ailemizle yaşıyoruz, ailemizin içine onu neden alıyoruz?"

Salvador abim, Dante bu kez rest çekmediği için daha sakin şekilde, "Babam öyle emretti," dedi.

Kalbim o kadar hızlı çarptı ki önümdeki tabağa düştüğünü hissettim.

Gözlerim o tabakta donup kalırken ailemi bir sessizlik esir aldı. Babamın abimi yanına çağırma niyeti şaşkın bir çığlıkla açığa çıkmıştı. Abim babamdan gelen bir emre asla itiraz edemeyeceği için, "Neden?" diye sordu. "Salvador... Neden böyle bir şey yapıyor?"

"Babamı sorgulamak haddim mi sence Dante? Ne dediyse yapıyorum."

Dante isterik bir gülüşle ellerini kalktığı koltuktan çekti ve gerileyip sokak kapısına baktı. Sonra gözleri, sanki bunun kabahatlisi benmişim gibi bana döndü. "Babamla mı konuştun? Bize bunu emretmesini mi söyledin?"

"Hayır. Babama bunu söyleyen ben olsaydım gidip Deren'i eve getirecek olan da ben olurdum."

Dante bunu hiç yapmak istemiyormuş gibi oflayıp koltuğa vurdu ve sonra Salvador ona kapıyı gösterince sertçe arkasına döndü. Sokak kapısından asker adımlarla dışarıya çıktığında titreyen dizlerimi birbirine yaslayıp ellerimle koltuğun kenarlarını sıkıca kavradım. Deren'in bir dakika içinde ailemle yaşadığım bu malikâneye, babamın emriyle gireceğini hayal bile edemezdim.

Yaşamım trajik bir kaderden esinlenilmiş gibiydi.

Ruhum ise kaderin kalbiydi.

Başımı önüme eğmeden önce abimin boşluğa bıraktığı düşünceli gözlerin izini sürdüm ve sonra tabağıma bakarak hızlı nefesler alıp verdim. Aradan geçen her saniye midemdeki boşluk genişliyor, tenimi ateş sarıyordu. Deren'in hayatımda olması ayrı, evimde olması ayrıydı. Deren'in evim olması da apayrıydı. 

Evimizin geniş kapılarından ses gelince abimin döndüğünü anladım. Adım sesleri önce az geldi, sonra ikişerli yükseldi. Deren'in evime girdiğine emin oldum ve nedendir bilinmez onun malikânemize girdiği ilk anı kaçırmak istemedim. Başımı kaldırdım ve güneşin aydınlattığı salonda Deren'i ıslak kıyafetleriyle gördüm. Dante'nin arkasından, çattığı kaşlarıyla doğrudan yemek masasına ilerliyordu ve gözleri bendeydi.

Dante, yemek masasına ulaştıklarında Salvador abim başını çevirip her ikisine de baktı. "Oturabilirsin Dante," dedikten sonra abim yerine oturdu ve Salvador da yemek masasının önünde, elleri iki yanında dikilen Deren'e uzun uzun bakmaya başladı. Sessizlik beni huzursuz etti, kalbimin nasıl attığını duyacaklarından kaygılandım. 

"Beni tekrardan kovmak için ayağına mı çağırdın?" diye sordu Deren, sertçe.

Salvador, yengemin masa üzerindeki elini tutarak koltuğunda arkaya yaslandı. "Korumalarımızın bize bu kadar saygısız olmasını istemeyiz."

Deren çatık kaşlarını gevşetti ve gözleri bir düşünceye yoğunlaşarak karardı. O abime bakıyordu ama ben yalnızca ona. Kısa saçları hâlâ nemliydi, yüzü morarmıştı. Çok içten gelen bir merhametle onu sarmak istememe rağmen sessizce yerimde otururken, "Bu ne anlama geliyor?" diye sordu abime.

Salvador, "Hâlâ korumamız olmak istiyor musun?" diye sordu.

Deren'in o zifiri siyah gözlerinin derinliklerinden yansıyan ışıkta yansımamı gördüm sanki. Yutkunmadan başını hızlı hızlı sallayıp, "Koruması," diye düzeltti. "Korumanız değil, sadece Karmen'in koruması olacağım."

Salvador abim onun bakışlarını izleyip, "Öncesinde birkaç koşulum var," dedi.

Böylelikle Deren'in gözleri tekrar onunla birleşti ve kabul görmenin şaşkınlığıyla bir süre cevap vermedi. "Benim de koşullarım var."

Dante sinirleri bozulmuş şekilde güldü. "Nedir?"

"Maaşım."

Angel kıkırdayarak kruvasanından bir ısırık daha alınca abilerim ve ben ondan tarafa döndük. Bakışlarımızı görünce genzini temizleyip başını önüne eğdi ve Salvador, Deren'e bakıp ciddiyetle, "Ne kadar istiyorsun?" dedi.

Şaka gibiydi.

Deren başını çevirip camdan dışarıdaki korumalara göz attı. "Onlara ne kadar veriyorsunuz?"

Dante kahvaltı bıçağının sapını sertçe kavrarken, Salvador aynı ciddiyetiyle, "Elli bin euro," dedi.

"Hımm," dedi Deren ciddi ciddi bunun üzerine düşünüyormuş gibi. "Ben yüz istiyorum o zaman, biraz pahalıya iş yaparım. Bu meslekte diz çürüttüm, ucuza gitmem."

Otuz milyon euromuzu çaldın...

"Dizleri mi çürümüş?" dedi Angel, onun bacağına bakarak.

"Sanki biz korumamız olması için ayaklarına kapanmışız gibi konuşması yok mu..."

Deren, Dante'ye bakarken hafifçe sırıttı.

Salvador genzini temizleyip, "Kabul," dedi uzatmadan. "Başka şart?"

"Karmen'i sadece kendim koruyacağım. Diğer korumalar ancak gerektiğinde dahil olacaklar. Karmen'in kişisel koruması olacağım."

Angel güldü. "Kişisel koruması mı yoksa kişisel sevgi..." derken sustu ve Salvador'un kendisine dönen öldürücü bakışları altında koltuğunda kayarak başını önüne eğdi. "Affedersin kocam."

"Affederim karım," dedi Salvador abim. "Her neyse... Karmen dışarıya çıkarken, iş yaparken yanına hangi korumayı alacağına kendisi karar verir."

Dante tabağındaki fümeyi sertçe keserken, "Umarım en yakın zamanda bir çatışmada ölürsün," dedi.

Deren Türkçe, "Köpeğin duası kabul olsaydı gökten kemir yağardı," dedi.

Abilerim bana döndü. "Ne dedi?"

Deren'e bakarak, "Bunu ben de anlamadım," dedim.

Salvador abim sıkılarak, "Başka şartın yoksa," dedi ama Deren direkt, "Var," diye ekledi.

Salvador bıkkın bir nefes verdi. "Nedir?"

"Benim de bir korumam var, o da benimle çalışacak." Kendisi de bundan pek emin değil gibiydi. "Kendisi fino köpeğim gibi oldu maalesef, ayıramam yanımdan, gözümün önünde olması lazım."

Hı? Yaman mı? Yok artık.

Abim huzursuzlanarak, "Tanımadığım birini işe alamam," dedi.

"Karmen tanıyor," dedi Deren ve abim bana dönüp onay almayı istiyor gibi bakınca baş salladım.

"Peki," dedi bunun üzerine Salvador, bu konuyu irdeleyeceği belliydi. "Sıra benim koşullarımda. Karmen'in koruması olmak istiyorsun fakat sahip olduğun yetenek, donanım ne bilmiyoruz. Biz tehlikeli işler yapıp, tehlikeli insanlarla ortaklık, bağ kuruyoruz. Bu akşam bizimle iş yapacaksın, Mark'a baskına gideceğiz, diğer korumalar kadar donanımlı olduğunu görürsem izin vereceğim."

"Benim de bir koşulum var," dedi Dante, hemen.

Deren pek de umursamayarak, "Nedir?" diye sordu.

"Benimle dövüşeceksin. Ancak berabere kalırsak donanımından emin olacağım. Kazanmandan bahsetmiyorum bile, kazanamayacağını biliyorum."

Deren önce Salvador'a ardından Dante'ye bakarken hiç gözü korkmuş görünmüyordu. Gençliğinin ilk yıllarından beri hem suikastçılık hem de korumalık yaptığı için kolaylıkla üstesinden geleceğini düşünüyordum. Abilerim onun hakkında benim kadar geniş bilgiye sahip olmadıkları için hafife alıyorlardı ama açıkçası Deren'in Dante'yi dövüşte yenebileceğini bile düşünüyordum. Dante'nin gururunu ömrümüz boyunca tamir edemezdik sanırım.

Deren en sonunda gözlerini yalnız bende tutup, "Tamam," dedi derinden yükselen sesiyle. "Koşullar uygun, kabul ediyorum."

"Ha bu arada..." Salvador abim çatal ile bıçağını alarak kahvaltısına başlamadan önce konuşmuştu. "Bu korumalık yalnızca Mark ölene kadar geçerli. Sonra buradan gideceksin."

Deren'in göğsü sertçe yükseldi. "Zaten amacım bu," dedi yutkunarak. "Daha sonrası yok. Buradan gideceğim."

Salvador, Dante ile göz göze gelip birbirlerinin anlayacağı şekilde bakıştıktan sonra Deren'i memnuniyetle onayladı. "Anlaştıysak o zaman..."

"Bir şey daha var," diyerek araya girdi Deren, doğrudan Salvador abime bakıyordu. "İş saatim yok, kafama göre takılırım. Biliyorsunuz, kız babasıyım, kızım önceliğimdir."

"Getirsene tanışalım," dedi Angel, gülümseyerek. Sanki her şey normaldi, tek eksiğimiz buydu. 

Deren dahil olmak üzere hepimiz ona bakınca, Angel omuzlarını silkip kruvasanı yemeye devam etti. Çok sevdiği için abim birden fazla almıştı. Dante söze girip, "İş sırasında, çatışma esnasında bizi bırakıp gidecek halin yok," dedi. 

"Yer ve zaman fark etmez. Kızım arayıp ihtiyacı olduğunu söylerse giderim."

O zaman Nil... İtalya'da değil mi?

Salvador burnundan soludu. Kesinlikle Deren'e bu kadar taviz verecek birisi değildi, ne yapıyorsa babam istediği içindi. Sabırla soluyup, "Aile her şeyden önce gelir," dedi. "Bu yüzden özel iznin olabilir, makul buldum."

"Makul bulmuş, sağ ol ya," diye homurdandı Deren, Türkçe.

Salvador, "Ne dedin?" diye sordu.

"Anlaştığımıza sevindim," diye düzeltti Deren, o an neredeyse gülecektim.

"Madem anlaştık..."

Türkçe, "Bir saniye," diyerek abimin lafını bölmek durumunda kaldım ve oturduğum koltuktan kalktım. Masadan ayrılıp Deren'e doğru yürürken beni izlediklerini biliyordum. Karşısına geçtiğimde Deren de bana döndü ve çıplak göğsündeki pürüzsüzlükte oyalandıktan sonra gözlerim kara gözleriyle birleşti. "Benim de bir şartım var."

Duygusuzca, "Neymiş?" diye sordu.

Lütfen Deren, lütfen. Dışımdan değil ama içimden yalvarırım. Bir çocuğun, Nil'in sevgisine çok ihtiyacım var.

"Nil'i... Bir kez olsun görmek."

BÖLÜM SONU.